“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).”

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih
ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka
(Onlar ziyanda değillerdir).” (Asr: 1,2 ve 3)
“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen
musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokmân:17)
“Sabret! Senin sabrın ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak
kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.” (Nahl: 127)
“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah şükrün
karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.” (Nisâ: 147)
“Andolsun, biz Lokmân'a ‘Allah'a şükret’ diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak
kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız
zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Lokmân: 12)
İnsan, hayatı boyunca kendini her gün mücadelede bulan bir varlıktır. Ancak zorluklar
her insan için aynı değildir. Kimisi çok rahat bir hayat yaşarken, kimisiyse çok meşakkatli bir
hayat yaşar. Bu yaşam içerisinde en önemli davranışlarımızdan birisi, inancımız çerçevesinde
zorluklara sabredebilmektir.
Dünya hayatının geçici olduğunun idrakinde olan insan, başına gelenler karşısında
daha tevekküllü olabilmektedir. Aksi hâlde yaşam, felaketle sonuçlanabilir. İman, insanı önce
sabra, sonra şükre teşvik eder. Dünya hayatının geçici olduğu tüm delillerle sabit olmasına
rağmen nefis, dünyayı kalıcı bir mekân gibi göstermekte ısrarcıdır. İnsanoğlu genel olarak
nefse uymayı tercih eder. Hâlbuki nefis, insanı felakete götürmekte çok acelecidir. Dünya
hayatında hoş ve kolay görünenlerin çoğu azap; zor olanlar ise ferahlık sunar. İnancımız,
darda olana yardım etmeyi, haklının yanında olmayı, mazluma kucak açmayı emreder. Nefis
ise sadece bencilliği, kibri ön plana çıkarttığı için “hayır” ve “yardım” böyle bir yaşama
uzaktır.
Sadece kendini düşünen bir karakterin zihninde varlığın kalıcılığı, sonuç olarak
yalnızca dünyadır. Tüm yaşamı dünyayla sınırlı olan insanın karakteri kul hakkı yemek,
zulmetmektir. Bu hayat düsturuyla yaşayan “dünya dertlileri”nin bir kısmı, geçici hayatın
sona yaklaştığını gördüğünde hakikatle buluşma imkânına sahip olabilir. Ama büyük bir
çoğunluğu bu imkâna da sahip olmadan ebedi âleme gitmek zorunda kalacaklardır.
Bu fâni âlemde nasıl yaşarsak, ebedi hayatta öyle dirileceğimize göre; kâmil insan
olmak için gayret etmek gerekir. Zor zamanlar imtihan için çok daha önemlidir.
Yapabildiğimiz hayırlardır ancak bizimle giden. Kim ki, “Evlatlarımıza bırakalım, onlar yapar
nasıl olsa,” diyorsa aldanmıştır. Onların yapmadığı binlerce örnekle ortadadır. En büyük kâr,
kendimiz sağlıklıyken yapabildiğimiz hayırlardır. Veren el, alan elden hayırlıdır. Öyleyse
tercih, “veren el” olmalıdır.

Sabredenler ve şükredenler iyi bilirler ki mükâfatların en güzeli onlara verilecektir.
Her karanlığın bir aydınlığı, her zorluğun bir kolaylığı vardır. Yeter ki bunun bilincinde
olalım. “İnkar edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay
etmektedirler. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara: 212). Rabbim, inanmış bu asil milleti her türlü
kazadan, beladan ve felaketten korusun!