​Hatırlayın… Müşrikler, hainler, katiller, küfrün ve şirkin babaları Mekke’de Darun-Nedve’de toplanmışlar ve karar vermişlerdi: Muhammed katledilecek ve ashabı dağıtılacak.

​Utanmadılar, sıkılmadılar, 53 yaşındaki iki cihan güneşi, gönüller sultanı ve rahmetin temsilcisi Peygamber Efendimizi (s.a.v.) seçilmiş silahşörlerle öldürmeye kalktılar. Üstelik, bunu tek başlarına değil, tüm Mekke’nin eline kan bulaştıracak şekilde yapmak için şeytani tuzaklar kurdular. Ne kadar güçlü kuvvetli katil varsa, toplayıp üstüne saldılar. İçinde sıcak yemek pişmeyen, mobilyası bir parça hasırdan oluşan kerpiç evinin etrafını sardılar, dışarı çıktığı anda veya yatağında öldürmek için gün ağırıken kuş dahi uçurtmadılar.
​Elbette Allah’ın Resulü, bundan haberdardı. Cebrail as haber vermişti. Kendisi adına endişe duyanlara aldırmadan, zerre korku duymadan hazırlıklarını yaptı. Üzerinde bulunan emanetleri, sahiplerine ulaştırması için Hz. Ali’yi (r.a.) tembihleyip, onu kendi yatağına bırakarak, kapısını açtı ve bir avuç toprak alıp evini çevreleyenlerin yüzüne savurdu. Müşriklerin gözleri küllenip, gören gözleri görmez olurken, aralarından emin bir şekilde geçip giden Allah Resulü ’nü göremediler bile…
​Sabaha doğru, “Muhammed öldürüldü mü?” diye kontrole gelen şirkin babaları, gördüklerine şaşkındılar. Nasıl olup da boğmak, yok etmek istedikleri Muhammed (s.a.v.) aralarından çıkıp gidebilmişti? Onu o dar boğazdan, o ölüm tuzağından hangi kuvvet çekip çıkarmıştı?
​Bununla da bitmedi. Peşine düştüler ve yoldaşı, mağara arkadaşı Hz. Ebubekir (r.a.) ile birlikte Sevr mağarasında (ki bizim için saraydır) sıkıştırdılar. İzlerini oraya kadar takip etseler de yuva yapmış, yumurtlamış güvercinleri, ağ örmüş örümcekleri bulup, yanı başlarında olan Efendimiz (s.a.) ve yoldaşını göremediler. Yatağında bıraktığı Hz. Ali, (r.a.) “Ben ömrümde daha güzel bir yatakta yatmadım…” diyordu. Hz. Ebubekir, “Ya Resullullah, beni öldürürlerse gam yemem fakat Allah göstermesin, sana bir zarar gelirse bütün ümmet mahvolur…” diyordu.
Resulü Ekrem ise rahattı. “Gam çekme! Allah bizimle beraberdir…”diyordu.
​İşte ölçü budur: Yanında Allah varsa, korkma! Cihan üzerine gelse ne olur? Allah dostun ise herkes düşmanın olsa ne olur?
​Aradan bin beş yüz yıl geçti ve bizim için bu anlayış hiç değişmedi. Değişmeyecek de inşallah… Eğer Allah (c.c.) bizimle ise dünya üstümüze gelse, korkumuz yoktur. Bizim için örnek gözümüzün nuru Peygamber Efendimizdir(s.a.v.). O, ne söylediyse doğrudur. O, nasıl yaşadıysa bizim başımıza gelecek sünnetullah öyledir. Öyle yaşamak ve anlamak bizim vazifemizdir.
​Türkiye bugün, başka bir ülkenin muhatap olmadığı, benzeri olmayan başta ekonomik terör odakları ve grupları ile içte ve dışta  her türlü dahili ve hariçi bedbahtlarla mücadele veriyor. Dün geçmişte yaşananlar bugün bize yapılmak isteniyor. Ekonomimize dolarla saldırıyorlar. Birliğimize, beraberliğimize, istikrarımıza, Ayasofya’mıza, bayrağımıza hatta istiklal marşımıza saldırıyorlar. Öyle bir mücadele ki yedi düvele karşı, iman dolu göğsüyle set olanlar bu saldırıya izin vermiyor. Bu asil millet biliyor ki mücadele mazlumların mücadelesidir, hakkın, hukukun, adaletin mücadelesidir. Türkiye baş eğerse, mazlumlar kaybedecek, zalimler kazanacaktır. İşte bu nedenle bu ülke, bu millet, sadece kendisi için mücadele etmiyor: Evinden, yurdundan edilen, canı, malı, namusu tehdit edilen milyonlar için mücadele ediyor. İslam’ın son kalesi olarak mücadele ediyor. Hak galip gelsin, zalim kaybetsin diye mücadele ediyor.Allah, inananlarla beraberdir. Korkma, üzülme, Allah bizimle beraberdir. (Tevbe Süresi-40) diye mücadele ediyor.
Şuna emin olun kazanan Türkiye olacaktır. Kazanan inşallah Türkiye Yüzyılı olacak. Çünkü buna ihtiyaç var.